14 Kasım 2007 Çarşamba

29 Ekim 2007 kutlamaları

29 Ekim 2007, Beylerbeyi
Cumhuriyet bayramı kutlamaları





























12 Eylül 2007 Çarşamba

Çeşme

Temmuz 2007 Pazartesi sabah ezanına müteakiben Kaş'tan ayrılıp Çeşme’ye doğru yola çıktık. Çeşme’ye varmadan kahvaltı etmek için Urla’da durup katmer yedik. Aklımız fikrimiz zaten hep yiyip içmekte :) Öğleden sonra Ilıca’ya varıp otele yerleştikten sonra denize girmek için Ilıca plajına gittik. Deniz inanılmaz güzeldi. Sözlerle ifade etmenin yetersiz olduğunu düşündüğüm için size bu güzelliği görsel olarak sunmayı daha doğru buluyorum















Meşhur Dost Pide’de pide yedik
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=dost+pide
Altınkapı’da dondurma yedik
Akşam da Alaçatı’ya gittik.
Alaçatı gerçekten büyüleci bir yer.
Lal’de harika mezeler yedik, rakı içtik...
Köşe kahvede kocaman bardaklarda kahve içip tadı damağımızda kalan pastalardan yedik.
Çarşıda sakızlı türk kahvesi içtik.
Sanıyorum Alaçatı ile ilgili düşünce ve duygularımı en güzel biçimde tarif eden yazıya ilişkin uzantıyı aşağıda bulabilirsiniz. Yazı çok güzel fotoğraflarla desteklenmiş:
http://www.fotoritim.com/yazi/gelisen-bir-cennet--alacati

Ayrıca Kum Beach ve Granada Beach Club’ta da denize girdik.
Kum Beach’i ballandıra ballandıra saatlerce anlatabilirim ama sanıyorum ne kadar büyüleyici bir yer olduğunu anlatmak için size yine birkaç görsel malzeme sunmak en iyisi olacak





















































Granada Beach Club’ta da çok güzel vakit geçirdik.
Aya yorgi koyunun da denizi görülmeye değerdi doğrusu.






































Başka bir akşam da Dalyan Köy’de “Balıkçı Hasan”da balık yedik.
Çeşme çarşı içinde Rumeli Pastanesi’nde sakızlı dondurma yiyip sakız reçeli aldık.
http://www.rumelipastanesi.com/

Çeşme’nin diğer lezzetli adreslerini öğrenmek için:
http://www.hurriyet.com.tr/cuma/7101123.asp?m=1

Çeşme, eşsiz plajları, doğası ve kültürüyle gerçekten tam bir cennet.

Kalbimizi Ege'de bırakıp 5 gün sonra Istanbul'a dönmek üzere yola koyulduk.

16 Temmuz 2007 Pazartesi

Tatil

25 Haziran pazar akşamı İstanbul’dan yola çıkıp, pazartesi sabahı çok erken bir saatte Datça Palamutbükü'ne vardık.
O kadar yorgunduk ki, kahvaltı
bile etmeden doğru yatağa...
Neyse ki yorgunluğumuzu çabuk attık üzerimizden ve Palamutbükü’nde unutulmaz bir hafta geçirdik.
Hava sıcaklıkları mevsim normallerinin üzerinde idi ama keyfimize diyecek yoktu.
Palamutbükü ve çevresiyle ilgili olarak özellikle paylaşmak istediğim bir iki şey var.
Bunlardan birincisi ev yapımı marzipan (acıbadem ezmesi) yediğimiz, votkalı ev yapımı naneli limonata içtiğimiz ve sarhoş olduğumuz bir mekân:
Yaka Mengen
Burası aslına sadık kalınarak restore edilen ve muhteşem bahçesi olan bir taş bina. Taş bina diyorum ama adı üstünde burası bir zamanlar zeytinden yağ elde etmek için sıkıldığı yermiş.
Son derece rahat, modern ve konuk sever bir yer. Buyrun bir de kendiniz bakın:
http://www.yakamengen.com/
Diğer bir mekân da eski Datça’da Can Yücel sokakta Can Yücel’in evinin yanında bulunan
ve arkadaşlarımız tarafından işletilen bir cafe-restoran: Antik Cafe-Bar.
Geçen sene buraya Onur'un konukseverliği için geliyorduk sık sık. Bu sene ise mekan sevgili Müberra ve Yaşar tarafından işletiliyor. Kendimizi yine evimizde gibi hissettirecek kadar keyifli bir yer.
Üstüne bir de Müberra ve Yaşar’ın konukseverliği eklenince deymeyin keyfimize...
Bir de el sanatları atölyeleri var. Ne yazık ki atölyeyi gezme fırsatmız olmadı ama seneye inşallah diyorum :)
http://www.antikdatca.blogspot.com/
Öğlenleri büyük bir keyifle pide yediğimiz yer de burası:
http://www.olgunpansiyon.com/
Kaldığımız yer burası:
http://www.bukpansiyon.com/
Gelelim güzelim koya ait bir kaç kare fotoğrafa...





Bir hafta Palamutbükü'nde kaldıktan sonra da Kaş'a geçtik.
Çok sıcaktı çoooook.
Kaşta da Hotel Hideaway'de kaldık.
http://www.hotelhideaway.com/turkce/homepage.html
Muhteşem bir manzarası var. Antik tiyatroya ve Meis adasına bakan bir odamız vardı.
Terastan ise "her yer" gözüküyordu.
Kaş'ta yine Bahçe restoran'da akşam yemeği yedik.
Mavi'de oturup bir şeyler içtik. Denizden sonra yorgunluğumuzu Noel baba çay bahçesinde attık.
Ne yazık ki fazla kalamadık, çok sıcaktı.
Buradan Çıralı'ya devam edecektik ama kendimizi yine Ege sahilinde, bu sefer Çeşme'de bulduk.
Çeşmeye gitmeden önce de Kaç'tan bir kaç kare:








Unutmadan söyleyeyim, kalbimizi ve aklımızı tabi ki yine Kaş'ta bırakarak Çeşme'ye doğru yola çıktık

11 Haziran 2007 Pazartesi

Kıyıköy'de bir pazar günü

10 haziran pazar günü Kıyıköy'e gittik.



Karadeniz kıyısındaki bu kasabanın etrafı ormanlarla çevrili olup Pabuçdere ve Kazandere dereleri de Karadeniz'e bu kasabadan dökülmektedir.


Yöre halkının geçim kaynağı balıkçılık ve ormancılıkmış.
Son derece sıcak karşılandık. Özellikle çocuklar çok cana yakındı ve bize poz vermekten hiç sıkılmadılar.
Köy'in girişinde bulunan çay bahçesinde çaylarımızı içip ilk sokaktan sola sapınca Kader'le tanıştık.
Son derece güzel ve sevimli bir kız.
Nasıl da akıllı...
Aramızda geçen bir diyalog aynen şöyle:
Kader: Abla sen evli misin?
Ben: Evet
Kader: A, hiç tahmin etmedin. Çok küçük gösteriyorsun.
Ben: Tşk ederim.
Kader: Çocuğun var mı?
Ben: Hayır, yok.
Kader: Amaaan olmasın, hepsi başa bela
Ben: (dumur) E, sen de çocuksun ama...
Kader: Tamam işte ben de annem için tam bir baş belasıyım. Bilgisayar istiyorum, gitar istiyorum, telefon istiyorum. Isteklerim hiç bitmiyor vs... :)
Biz tepeden denize bakan bir balık restoranın yolunu tutarken o da bizden ayrılıp afiyet olsun dedi.
Tüm gün fotoğraf çektik.
Dereden salla karşıya geçip soğuk birlalarımızı yudumladık.
Akşam da saat 18:30 gibi yola çıktık.
Bir motorcu için son derece keyifli olabilecek o virajlı yolları otobüsün arka koltuğunda gitmek mideme pek iyi gelmediği için uyumayı tercih ettim. Gözümü açtığımda saat 20:30'du ve biz Kadıköy'e varmıştık bile.
İçimde garip bir mutluluk, yüzümde kocaman bir gülümseme ve üstümde günün yorgunluğu ile evin yolunu tuttum.

1 Haziran 2007 Cuma

Bozburun

Boztaşlar önümüzde
Boz taşlar önümüzde
Cebimizde yalnızlık var
Şu dümdüz büyüyen gecede
Tek dostumuz yakamozlar
Kimsesiz koylar ortasında
Her biri başka siyah bu dağların
Güneşi yolladık bütün renklerle
Oyuncağıyız artık alışkanlıkların
En küçük bir ses bile sanki gök gürültüsü
İçim kıpır kıpır, deniz kıpırtısız
İçim kıpır kıpır, deniz kıpırtı...

Bizi işte Bülent Ortaçgil’in bu şarkısı düşürdü Bozburun yollarına.
Gördüğümüz güzellik şarkının da ötesindeydi...

Marmaris’e 45 km uzaklıkta, 30 yıl öncesine kadar bir balıkçı kasabası olan

kendi halinde, sakin, turisti az ve geçmişiyle barışık bakir bir yer.
Keskin virajlı dar bir dağ yolundan varıdık Bozburun’a (eylül 2004)
İşletmeler son derece mütevazı ve pansiyon sahipleri çok tatlı.
Kaldığımız odada yataktan doğrulmadan bile denizi görebiliyorduk.
Her yer badem ağacı ve begonvil dolu...
Evet belki biraz BOZ bir yer ama kafa dinlemek için son derece ideal.
Selimiye ve Söğüt de muhakkak görülmesi gereken yerler arasında
Kız kumu’na da oldukça yakın sayılır.

30 Mayıs 2007 Çarşamba

Deniz, Kum ve Güneş

Ah, tatile çok az kaldı. İçim kıpır kıpır kıpırdıyor bile. Şimdiden rotamızı belirleyip gerekli hazırlıkları yapmaya başladık bile.
Önce arabayla mı, motorla mı gidilecek ona karar verildi. Bu sene arabayla gitmeye karar verdik çünkü kardeşim de bizimle gelecek.
Rotamız da belli: Datça-Palamutbükü-Çıralı ve Kaş
Palamutbükü’ne uğramazsak içimiz rahat etmiyor :)
Ama seneye bu rotayı değiştirmek lazım. Yıllardır Likya Yolu’nu takip ediyoruz. Sanıyorum ki seneye farklı denizlere yelken akmak lazım...
Ama Palamutbükü’nde kimsenin sizi rahatsız etmesine müsaade etmeden yan gelip yatmak ve ölüdeniz’de yamaç paraşütü yapmak, Help’te kafaları çekmek ve Kaş’ın eşsiz denizine girmek (orada da Mavi'de içmek) nedense bize o kadar cazip geliyor ki başka plan yapamaz oluyoruz.
Geçtiğimiz senelerde (2005) çektiğim bir kaç kare fotoğrafı sizlerle paylaşmak istiyorum
Önce Palamutbükü'nden başlayalım:

Burası gerçekten çok sakin bi yer. 2005 yılı Ekim ayında koca sahilde sadece 7 kişi idik. Şemsiye, şezlong bedava.
Yeme-içme sudan ucuz. İşletme anlayışı profesyonel olmamakla beraber kaldığınız her yerde yine de çok rahat ediyorsunuz, çünkü kimse sizi sıkmıyor.
Kendi yemeğini kendin pişir, dışardan pide söyle, yandaki bakkaldan dondurma al vs kimse karışmıyor.
Bir de deniz muhteşem. Diz boyu suda adamın biri ahtapot yakaladı, gözlerime inanamadım.
Neyse, devam edelim...Geldik Ölüdeniz'e... Yamaç paraşütü yaptığımı söylemiştim değil mi? :)


Yamaç paraşütü yapmak, yaparken fotoğraf çekmek sanıyorum ki hiçbir zaman vazgecebileceğim bir aktivite olmayacak. Inanılmaz keyif alıyorum, her defasında!
Bu işi profesyonel olarak yapan bir kaç yabancı kişi ile de konuştum ve hepsi de Ölüdeniz'in manzarası konusunda hem fikirler: Muh-Te-Şem!!!















Denizin ne kadar güzel ve temiz olduğunu, mavinin her tonunu görmenin mümkün olduğunu söylememe gerek yok herhalde değil mi?
Ellerimizle balık besleyecek kadar (eti çubuk kraker ile) temiz bir suda olmanın tadını her gün çıkarıdık.













29 Mayıs 2007 Salı

Değirmenlere Karşı

Nerden çıktı bu diyenler için çok sevdiğim Bülent Ortaçgil'in bu parçasından bir kaç alıntı yapmak istiyorum.
Yıl 1984, Bülent Ortaçgil ve Fikret Kızılok Çekirdek Sanatevi'nde "unplugged" bir albüm yaparlar.
Elime geçen "kaset"in kaydı son derece kalitesiz ama dinlemesi bir o kadar keyifli idi. Albümle 1993 yılında tanıştım. O zamandan bu yana da vazgeçilmez bir tutkum oldu.
Zaman zaman baş ucu şarkılarım, zaman zaman da yol şarkılarım oldular.
Çok sevdiğim bu ikiliyi artık beraber dinlemek mümkün değil, o yüzden de sahip olduğum şeyin değerini çok iyi biliyorum.
...Saatler çalışır izinsiz, hep bir sonraya...
...Dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına...
Ve sen, ben;
değirmenlere karşı
bile bile birer yitik savaşçı
akarız dereler gidi denizlere
belki de en güzeli böyle...